İskoçya


Yanından geçip de içini gezmediğimiz Eilian Donan kalesi !




Didem'in blöfünü görüp zorla götürdüğüm Isle of Mull'daki kale.


İngiltere'de yaşadığım 1,5 yıllık dönemin son 3 günü Didem'le yaptığımız harika İskoçya seyahati ile noktalandı. 2003 Mayısına raslayan bu yolculuğa tam da Didem'in bir ödev-sınav döneminde olduğu ve zamanın sınırlı olduğu bir dönemde çıkmıştık. Zaten illa ki bir kısıt olur, ya para ya zaman ya başka bir şey. Ama herşeye karşın o iki-üç günlük seyahate bile bir çok anı sıkıştırabilirsiniz. Tabi sizin de Didem gibi birlikte seyahat etmekten çok hoşlanacağınız bir arkadaşınız varsa..

Evet sanırım benim Didem için bir kitap özeti çıkarmamla kazandığımız 2-3 günlük zaman sayesinde Avrupa'nın bir ucundaki bu güzel adanın üst kısmına çıkma yani 'kuzeye, daha kuzeye..' gitme şansına eriştik.. Didem, her zamanki gibi benim için üzülüyordu.. 'Ben hep giderim ama sen artık dönüyorsun, bir daha gelemezsin' diye.. Bu seyahatin üzerinden yaklaşık bir on sene geçti, henüz İskoçya'ya yolu düşmedi.. Ama umarım düşer, hem de umarım benimle birlikte düşer yolu..

İskoçya'ya gitmek için Londra'dan Glasgow trenine bindik.. Yerimizi bulmak üzere kompartımana girdik. Hemen girişte kapının önündeki sıralarda oturan muhtemelen İskoç 3,4 gencin bir kasa (30 tane filan olsa gerek) bira depoladığını hayretle farkederek yerimize yerleştik. İçkilerin evlere bile siyah poşetler içinde taşındığı, gazete kağıtlarına özenle sarıldığı, tasarlanmış alanlar dışında içiminin yadırgandığı bir kültürden geldiğimizden mi, yoksa İskoçların içme potansiyeli hakkında henüz fazla fikrimiz olmadığından mı şaşırdık bilmem.. 


Sonra birer bira da biz içelim ve güzelce uyuyarak tüm gece sürecek yolculuğu rahatça tamamlayalım diye yemek vagonuna ulaşmak üzere yola çıktık. Kompartıman girişi gibi bir yerde, bar diye hatıladığım bir noktada, barmenden iki bira istedik. İngiliz olmadığı, ekstradan muhabbete girme girişiminden hemen anlaşılabilecek olan sevimli İskoç barmen biralarımızı verirken nereli olduğumuzu sordu.. Söyledik.. Türküz dememizle birlikte barmen Tarkan'ın 'oynama şıkıdım şıkıdım' şarkısını gayet güzel bir Türkçe ile şakımaya başladı. Tabii şaşkınlık içindeki kahkahalarımız tükenince adamın Türkiye'de (hatırlamıyorum ama muhtemelen Bodrum ya da Marmaris'te) tatil yaptığını öğrendik. 
Ne bir buçuk sene İngiltere'de yaşayan ben (belki, o dönem 6-7 yıldır İngiltere'de yaşayan Didem de buna katılacak) nereli olduğumla ilgilenen bir İngilize pek raslamamıştım.. Biraz yakınlaştığım İngilizler nereli olduğumu öğrenmiş ama herhangi bir yorumda bulunmamışlardı.. 'Türküm' dediğimde Türkiye ile ilgili bildiği sevimli detayları paylaşmaya çalışan bu barmen, İskoçya seyahatinin güzel geçeceğinin ilk işaretiydi. Nitekim daha sonra bu eğilimin İskoçlar arasında hiç de ender olmadığını fark edecektik.

Güzel güzel biralarımızı içtikten sonra yerimize dönerken kompartımanın başındaki kasada en fazla 3 bira kaldığını hayretle gördük. Bizim bir-iki bira içtiğimiz süre içinde İskoç gençler kafa başı 10 kutuyu bitirip, sıkıştırdıkları kutulardan küçük bir tepecik oluşturmuştu.

Bir gün yine İskoçya'da bindiğimiz şehirler arası otobüslerden birinde sanırım içkiden sızmış bir gence daha rastlamıştık. O kadar baygın uyuyordu ki sarsılan otobüs onu koltukların arasına düşürmüş buna karşın uyanmamıştı da üzerinden atlayıp geçmek zorunda kalmıştık.

Her neyse tren bizi ertesi sabah erken saatlerde Glasgow'a getirdi.. Glasgow'da Buchanon Station'u sorduğumuz adamdan gerçek İskoç aksanıyla bu istasyonun nasıl telaffuz edileceğini ve istasyonun yerini de öğrendikten sonra 3 gün boyunca istediğimiz yerde inip, istediğimiz yerden uygun saatlerde tekrar binebileceğimiz otobüsümüzü bulduk.
Loch Ness'e yani İskoçya'nın canavarıyla meşhur gölüne gidecek vaktimiz olmadığı için başka bir Loch'u, Loch Lomond'u gezdik. İlk gecemizi ise Oban'dan tekne ile geçtiğimiz Isle of


Devam edecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder