Küba notları

Lafta değil gerçekten Küba'dan ayrılırken kalbimiz orada kaldı. Hayır, sadece sokaklarda, evlerde, lokantalarda, her yerde karşınıza çıkan o müzik dolu yaşam, yoksulluğa karşın mutlu yüzlü o güzel insanları nedeniyle değil. 55 yıldır ağır Amerikan ablukasına karşın bu kadar insana, gence, çocuğa, sanata, spora önem veren tercihleriyle, Sovyet modelini izlemek yerine kendi modelini oluşturma inadıyla, o yaşamı pahasına özgür ve toplumcu kalmayı tercih eden halkıyla bizi kendine bağladı Küba.





Bu sefer bir değişiklik yapıp Türkiye'den bir grupla seyahate çıkıyoruz. Jose Marti Küba Dostluk Derneği'nin tur programları, içerik olarak öyle güzel ki, ne yapıp edip değişmez seyahat arkadaşım Didem'i de razı ediyorum. Hesapta bu yolculuğa 12 yaşındaki Çınar'la çıkmak vardı. Bir sene boyunca bunu hayal etmiştik ama bu olamadı. Küba'ya bu nedenle biraz da ayaklarımızı sürüyerek gidiyoruz. Çınar'sız olduğumuz için...

(Küba Vizesi bir kaç gün içinde alınabiliyor. Jose Marti Küba Dostluk Derneği ile gidiyorsanız daha da kolay. Açıkçası biz sadece başvuru formunu doldurduk, diğer ayrıntıları zaten dernek iletmişti. Küba Büyükelçiliği  Adresi: Şölen Sk.8, Çankaya, ANKARA Tel (312)4428970 / Fax : (312)4414007 Ayrıca gitmeden önce şu makaleyi okumanızda yarar var: http://kadishon.com/2013/11/05/kubaya-gidecekler-icin-ipuclari/)

Grup 35 kişiden fazla... Bir otobüs dolusu yani. Yaş dağılımı geniş, 30'lu yaşlar, 40'lı yaşlar, 50'ler ve üstü.. ama hepsi ruhu genç insanlar.  Çok gezen insanlar 'yaşlanmıyor'. Paris Charles De Gaul Havaalanında hoşuma giden iki şey oldu: 1- bedava içme suyu erişimi (hep bir insan hakkı olduğunu savunurum. Bunun kesinlikle küçük su şişesinin 3.5 € olması ile alâkası yok) 2- dinlenme koltukları ki ilk Etiyopya havaalanında görmüştüm ironiktir- buradakiler deri kaplı ve tasarım olarak da oldukça dinlendirici: ayaklarını tepeye dikebiliyorsun ki uzun beklemelerde bu gerçekten bir ihtiyaç.

1.Gün:
Dün yorucu bir günün ardından geniş yataklarımızda uyuduk. Saat farkı, sokak gürültüsü, bayram tebrikleri ile Didemin iş görüşmeleri yüzünden erkenden uyandık. Rutubetli oda, aynı İskenderun gibi gürültülü sokaklar. Karmaşa içinde bir kahvaltının ardından (tabak bulsak, çatal, onu bulsak masa yok oturacak) Devrim meydanı, Jose Marti anıtı gibi belli başlı yerleri görüp diğer meydanlarda bilgiler eşliğinde yürüyerek La Mina’daki öğle yemeğimize kavuşuyoruz; tavus kuşları ve paçalı tavuklar eşliğinde... Küba, vejeteryanlar için pek de cennet sayılmaz ama hemen her restoranda bulabileceğiniz pilav ve siyah kuru fasulye imdadınıza yetişiyor.

Her yemek yediğimiz yerde bize eşlik edecek müzisyenlerle ilk tanışmamız da gerçekleşiyor böylece. Hatıra CD'lerimizi de aldıktan sonra Rom Müzesi'ni gezip azıcık da tadımladıktan sonra sokaklarda serbest zamanımız var... Dolaşırken benim direniş parkı olarak adlandıracağım bir sokak arasına geliyoruz. Burada duvardan duvara gerilmiş bir ipe, çeşitli mesajlar asılmış ve resimde görebileceğiniz heykel bulunuyor. Türkiye'de İstanbul Tophane'de duran zavallı bir işçi heykelinin başına gelenleri düşünürken, bu parkta dolaşan 'Gezi ruhu' fotoğrafımıza da yansıyor.
Daha sonra ise bir belgesel çekimi eşliğinde yıkılmak üzere olan bir binada dans eden insanlar Dido’yu coşturuyor. Akşam balkonda yer kapamasak da güzel bir restoranda (El Patio) akşam yemeği, sonrası kalede top atma töreni. Çınar olsa beğenirdi sanırım. Eskiden kale kapısı ve körfez geçişinin kapandığını haber vermek için yapılan bu tören son 30 yıldır bir turist atraksiyonu halinde imiş. Aynı zamanda bir müze gibi o zamanki silahlar ve kıyafetler sergileniyor. Silenciooo sesi kulaklarımda yankılanıyor.

Salıyı çarşambaya bağlayan gece. Hem saat farkı hem sıcaktan uyku tutmuyor. Banyoda oturup yazıyorum bu satırları. Az önce balkondaydım: Havanalılar gece 4’te uyumaları gerektiğini unutmuş olmalılar. Tuc tuc taxilerden, belediye otobüslerine kadar ne ararsan var bu saatte sokakta. Banyo yapıp, odadakileri daha fazla rahatsız etmemek için holde kitap okumayı tercih ediyorum...



Las Terezzas: Foto@Pınar Karagülle Okçu
2.Gün:
Havana’dan ayrılıp devrimin bir koruma ve sosyal yaşam projesi olan
Las Terrezas’a doğru yola koyuluyoruz. Yolda Küba hakkındaki sorulara Nahide’nin verdiği dolu dolu yanıtlarla bilgilenerek ilerliyoruz. Las Terrezas bölgesinde devrim sonrası 8 milyon ağaç dikilmiş ve buradaki yapay gölün çevresinde gerçekten bir cennet yaratılmış. Önce sosyal binaları geziyor ve yerel rehberimizden bilgi alıyoruz. 1000 küsür kişinin yaşadığı bu bölgede evler içinde yaşayan insanların isimleriyle bulunuyor. Maria’nın kahvesinde yörenin değişik kahvelerinden içiyoruz. Öğlen yemek için gene bölge mimarisine uygun bir binada vadiye bakan bir terasta öğlen yemeği yiyoruz. Herkes yediklerinden memnun. Muz cipsi ve black beans harika. Bu yörenin özel bir müzik kültürü de varmış. Doğaçlama söyleyen iki amca bir yandan ruhumuzu da besliyor.

Ressamın evi ve stüdyosu
Yemekten sonra 11 kişilik bir grup canopy tur denen çelik halatlarda kayarak terasları bir de yukarıdan görüyoruz. Türkiye’de fırsat bulursam yapmak istediğim bir şeydi buraya kısmetmiş. Dido bana 40 yaş hediyesi olarak sundu bu keyifli 1 saati. Gerçekten çok güzel bir yer.
Yan tarafta tam da göl kenarına konuşlanmış, yöreden çıkma ünlü bir ressamın çalışma alanını görebilirsiniz. Laz Terrezas'da olduğu gibi tüm Küba'da sanatçılar hak ettiği değeri görüyor. Onlara özel imkanlar tanınıyor. (Laz Terrezas ile ilgili Pınar'ın blogu okunmayı hak ediyor ve daha fazla detay içeriyor)

Daha sonra küçük şelale eşliğinde ufak bir havuzcukta kısa bir yüzme molası veriyoruz. Dönüş yolu meşhur 5. Caddeden geçiyoruz aksam yemeğimiz Plaza de Arma'ya yakın bir yerde flamenko eşliğinde oluyor. Dönüşte yürüyerek otelimize varırken gece saat 11 olmasına karşın ara sokaklarda virane evler arasında yürürken hiç de güvensiz hissetmiyoruz. İnsanların sokaklarda çok az sayıda gördüğüm polislere bakışını gözlemeye çalışıyorum. Gözlenecek pek bir şey yok çünkü kayıtsızlar. Bizdeki gibi hafif bir irkinti yaratan bir sıfatı yok polisin burada. ABD'nin iddia ettiği baskı devletini bu iddiasız polisler mi koruyor ki. Yolda öğrendiğimiz bilgilerden biri. Devrimin ilk yıllarında eğitim seferberliği olarak15-18 yaş arası çocuklar, okuma yazma öğretmek için köylere gitmiş ve anneleri, dedeleri yaştaki insanları cehaletten kurtarmışlar. Köy Enstitüleri ile yapılmak isteneni biraz acil durum planı gibi uygulamaya koymuşlar. O yaştaki çocuklara, o köylülerin göstereceği saygı ve sevgiyi düşünün. Ve böylece devrimin bir parçası gibi hissetmiş olmalılar kendilerini, ki gerçekten de öyleler. Las Terrazzas'ta da bugün onu gördüm. Kübalılar gerçekten ülkeleri, kendileri ve devrimleriyle gurur duyuyorlar ve duymalılar da.
Küba’daki yoksulluğu gelişmiş ülkelerdeki hayat şartlarıyla kıyaslama hatası bilinçli mi bilmem. Ama çok daha uygun kaynaklara sahip (madenler, turizm ve ticaret olanakları) olmasına rağmen Peru'daki yoksullukla kıyaslamalı bence. Buradaki halkın her ne kadar fakir olsalar da eğitim ve bilinç düzeyleri hemen fark ediliyor. Kasksız motora binen henüz görmedim mesela. Her yerde elde çok imkân olmasa da bir 'yapılmaya çalışılmışın' izleri göze çarpıyor. Ha tabi bu arada yoksulluk en yoğun olarak orta Havana’daki o döküntü evlerde göze çarpıyor ama bu da biraz orayı bırakıp daha sağlıklı koşullarda olan şehir dışı yerleşim bölgelerine gitmeyen insanların tercihi gibi. Eski Tarlabaşı gibi biraz. Düzgün giyimli eğitimli bir çok genç de gözünüze çarpıyor. Yani bütün manzara o Tarlabaşı manzarası değil, onu belirtmeli. Hele 5. Cadde civarında bazı evler gerçekten müthiş. Devrim sonrası zenginlere, bir yazlık, bir kış evlerini koruma hakkı verilmiş, bu evleri miras yoluyla çocuklarına da bırakabiliyorlarmış. Güzel olan en düşük maaşla en yüksek maaş arası oranın en fazla 8-9'a çıkmasına izin verilmesi. O da istemeden... aslında 4 filan hedefliyorlarmış. Türkiye’de hiç bir zaman yakalayamayacağımız bir oran...

3.Gün:
İnanılmaz bir gündü. Giderek bu adadakinin ne derin bir mucize olduğunu anlıyorum. Rusya bile teslim olmuşken 11 milyonluk bu küçük ülkenin ablukaya rağmen sosyalist bir devrimi yaşatabiliyor olmasının ne denli inanılmaz olduğunu daha iyi anlayabiliyorum. Gerçi gördükçe bunun nasıl başarıldığını anlamam da kolaylaşıyor. Küba, titizlikle üstüne titriyor devriminin. Adını, sanını korumak için ince eliyorlar, zaten halkın görüşüne de sunuluyor sürekli.

Evet, bugün inanılmaz bir gündü. Sabah devrim müzesi turu ile bilgilendik ve duygulandık. Rehberimiz Jesus (Jesus Larousse demeye başladılar sonradan) gibi bilgili ve devrime yürekten inanan biri tarafından bilgilendirilerek müzeyi gezmek eşsiz bir deneyimdi. Sanırım gözleri dolan yalnızca ben değildim. Resimlere bakarak yavaş yavaş ilerlediğiniz bizim müzelere benzemiyor da burası. Oraya elleme, buraya girme anlayışı pek yok. Her şey gibi müzenin de halkın müzesi olduğunu hissediyorsunuz.

Sonra ülkede pek çok örneği olan ekolojik köylerden birini gezip çok lezzetli bir öğlen yemeği yedik. Doğu Blokunun 1990’larda dağılmasının ardından dışarıdan aldığı tarım ilaçları, gübre v.s gibi desteğin kesilmesiyle her alanda olduğu gibi tarım alanında da yalnız başına kalan Kübalılar, tarımsal üretimde verimliliği sağlamak için mecburen ekolojik kaynaklara, organik tarıma yönelmişler. Bu zorunlu şartlarla, ‘Batı’da çevre bilinciyle geri dönülmeye çalışılan o ekolojik şartlara onlar koşullar gereği dönmüşler. Her şey doğal, tarım ilacı v.s yok. Çiftlikteki çalışma koşulları da çok güzel. Ülkenin geneline yayılan bu çiftliklerin önünde küçük bir satış reyonu var ve ne üretiliyorsa herkese satılıyor. Gezenlerin çok ilgisini çekiyor bu kooperatif. Sorulan bir soru ve alınan cevap bizi Küba’da bundan sonra sık sık karşılaşacağımız bir gerçekle karşılaştırıyor – burası sosyalist bir ülke, her şeyde önce toplum yararı gözetiliyor. Soru bizde ve Avrupa ülkelerinde görüldüğü üzere organik tarım ürünlerinin diğerlerinden daha pahalı olup olmadığı. Yaşlı çiftçi şöyle tanıtlıyor: Tabii ki daha pahalı değil, biz bu ürünleri toplum için üretiyoruz, onlara neden daha pahalıya sunalım.

Eski depolardan dönüştürülme el sanatları çarşısını da gezdikten sonra, şehrin biraz dışındaki çocuk ve gençerin sanat gösterisine katılıyoruz. Küçük arı tiyatrosu turnede olduğu için onların gösterisini izleyemeyeceğiz ama bu da oldukça güzeldi. Bu merkezlerden ülkenin her yanında var: 5 ile 19-20 yaşları arasındaki çocuk ve gençler, son derece özgür bir ortamda sanat ve spor etkinliklerine katılıyorlar. Okul çıkışı toplanıp bize de gösteri yapıyorlar. O küçücük çocuklardaki özgüven ve öğretmenleriyle ilişkileri, zorlanmadan, korkmadan bu gösteriye katılmaları bizi çok etkiliyor. Gösterileri bitip hak ettikleri alkışları topladıktan sonra bahçede kaynaşma başlıyor. Biz bir ikisiyle fotoğraf çektirmek isterken bir de bakıyoruz 20 çocuk kendi isteğiyle bu fotoğrafa katılıyorlar.
Onlar da kendi telefonlarıyla bizimle fotoğraflarını çekiyor. Başta o en küçük balerin gibi kızlar, küçük Herry Belafonte misali o 8 yaşlarındaki oğlan şarkıcı olmak üzere hepsini içine sokasın geliyor. Dikkatimizi çeken bir diğer şey de yaş gruplarına ayrılmadan ortak gösteri yapabilmeleri. Bu sayede büyük çocuklarla küçükler arasında bir ayrım yok ve küçükleri kollayan ama yok saymayan bir anlayışla büyütülmüşler. Bu hepsinde olduğu için örneğin 14 yaşında bir oğlan çocuğu 6 yaşında bir kız çocuğuyla selamlaşıp konuşabiliyor. Bizde olsa yüzlerine bile bakmazlar. Öyle farklı bir anlayış ki, görmeden anlaşılmaz sanırım. Az bile gördük yani, kesmedi bu…

Akşam da Bueno Vista Sosyal Klüp üyelerinin bazılarının da katıldığı konser eşliğinde akşam yemeğimiz. Oradaki tahminen 90 yaşının üzerinde olmakla birlikte, enerji bakımından 9 yaşında olduğundan şüphelendiğimiz Kübalı kadının yerinde duramayan hali ve sürekli dans etmesi dikkatlerden kaçmıyor.


4.gün:
Bugün yolda epey zaman geçiriyoruz. Joanna Sanchez adlı Kübalı muhalif hakkında konuşuyoruz. Dışarıdan desteklendiği neredeyse gün gibi ortada olan bu muhalif blog yazarı, ülkede yasaklı değil. ABD’nin burnunun dibinde olan bu küçük ülkenin sosyalist olarak elde ettiği başarılara göz yumması gerçekten çok zor tabii. Zaten de yumamıyor. Buna rağmen direnebilmeleri daha da mucizevi ya. Her yolu denemiş ABD, sayısız suikast girişimi başarısız olmuş Fidel’e yönelik. Che’yi yalnız yakaladıkları için başarabilmişler.
Santa Clara’daki Che’nin anıt mezarını görüyoruz ve saygılarımızı sunuyoruz bu insanlık idealine kendi hayatını adamış devrimciye. Santa Clara, Küba devrimi öncesi ve sonrası Che’nin mücadele ettiği yer. Her devrim önderi belirli bir mevki seçmiş kendine ki bu mevki devrim öncesi silahlı mücadele
döneminde sorumluluk aldıkları bölgelermiş. Che'nin de Santa Clara'ya çok emeği geçmiş. O nedenle ölümünden yıllar sonra bulunup getirilen kemikleri, yoldaşlarıyla beraber buraya gömülüyor ve bir anıt mezara dönüştürülüyor.
Güzel bir anıt yapmışlar Che’ye, gerçekten çok seviyor insanlar onu. Etrafında hediyelik eşya dükkanları yok. Bir tane devlete ait bir dükkan gördüm ama o da anıtın oldukça arkasında yer alıyordu, özel olarak aşağı inerek tuvalete gitmezseniz görünmüyordu bile. Saygısızlık etmemek için adeta. Bu ülkeye ve inceliklerine olan hayranlığım giderek artıyor. Heykelin metal kısmından aşağı akan pas lekesi gibi görünen şey aslında özellikle sanatçının yaptığı bir desenmiş, köklerinin toprağa tutunduğunu göstermek istemiş. Batıda olduğu gibi burada da belki bir dolu hediyelik eşyaya malzeme vermiş olabilir Che ama Kübalıların kalbinde çok özel bir yeri olduğu da belli.


Cienfuegos bu geceyi geçireceğimiz güzel şehrin adı. Damlarda hayat var ve çok sayıda köpek. Sokaklarda 24 saat müzik ve sohbet…
Akşama bir CDR’yi geziyoruz. Devrimi Koruma Komiteleri adı verilen CDR’lerin ilki 1960’ta Fidel’in önerisiyle kurulmuş ama bunlar devlete ait değil. Gerçekten komünizmle sosyalizmin farkını çok güzel görüyoruz Küba’da. Devlet yok her yerde, halk örgütlenmeleri desteklenmiş. Halkın katılımcı olması desteklenmiş, böylece de halk kendi devrimini sahipleniyor. CDR'ler konusunda ise eskiden silahlı saldırılara karşı korunma amacıyla tutulan nöbetler, şimdi halkın her türlü ihtiyacını, güvenlik, sağlık, eğitim, gıda v.b ihtiyaçların karşılanması için çaba gösteren mahalle örgütlenmelerine dönüşmüş. Bir CDR’deki insanların hepsi birbirini tanıyor ve CDR bütün mahalle hakkında, nerede kim yaşıyor, ne koşullarda onu biliyor. Bu sayede örneğin kasırga dönemlerinde çok daha kolay organize olup, güvenliği sağlayabiliyorlarmış. Hangi evde yaşlı biri var, hangisinde tek başına bir çocuklu kadın ya da engelli biri bildikleri için ilk önce o evleri boşaltıyorlarmış. Başka çok sayıda işlevi de var CDR’lerin, bir anlamda halkın ihtiyaçlarını iletiyorlar milletvekillerine. Küba’da milletvekilliği maaşlı değil gönüllü yapılıyor. Küba Komünist partisi aday göstermiyor. Adaylar halk tarafından belirleniyor ve sadece kendilerini tanıtan bir-iki sayfalık yazılar asılıyor panolara, propaganda kampanyaları yok. Oy kullanma zorunlu değil ama seçime katılım oranı çok yüksek.
Küba'da seçim sandıkları çocuklara emanet
Çünkü insanlar katılımcı demokrasiyle yönetildiklerinin farkında ve oy verdikleri insanlar gerçekten de kendilerini temsil ediyor, bunu görüyorlar. Seçim sandıkları başında sadece ilköğretim öğrencileri bekliyor.
Devletin uygulayacağı ekonomik çerçeve plan, halkın geniş katılımıyla tartışmaya açılmış ve Raul bu toplantılarda herkesin rahatça konuşabilmesini özellikle istemiş. Herkesin söylediğine saygı gösterilmiş, konuşulan tartışılan şeyler not alınmış ve plan tekrar düzeltilmiş bunlara göre. Daha sonra uygulamaya konmuş. Demokrasiyi çok partiden ibaret sayan Türkiye’deki sistemin işlemediği son Gezi Parkı olaylarında tüm dünyaca duyuldu. Şehirlerindeki bir tek parkın bile geleceği hakkında söz sahibi olamayan bizler, tüm önemli politik ve ekonomik kararlar uygulanmadan önce halkın görüşlerinin alındığı ve dikkatle, özenle değerlendirildiği Küba'ya gıptayla bakıyoruz artık...
Ziyaret ettiğimiz CDR’nin başkanı 40 yaşlarında bir kadın. Bize çok güzel bir pasta ve meyveler hazırlamışlar. Bizim ziyaretimize, dünya halklarının onlarla dayanışmasına çok önem veriyorlarmış. Elbetteki Küba’da her an beklenebileceği gibi dans ve müzik başlıyor. Çocukların, gençlerin davetiyle grubumuzun da katıldığı ve coştuğu bir sokak partisine dönüşüyor ziyaret… Çocuklar bizi tek tek öperek uğurluyor. O kadar tatlılar ki…

5.gün:

Cienfuegos’taki güzel otelimizde kahvaltı sonrası Trinidat’a hareket. Trinidat’ta müze ve güzel eski bir evde öğle yemeği. Sonra açık pazarda sıcak anamızı belliyor. Pazardan uzaklaşıp sokakları biraz dolanalım derken, Kübalı bir ailenin evinde buluyoruz kendimizi, biraz da Didem’in planlı bir hareketiyle. Genişçe bir aile 7’den 77’ye oturmuş
televizyonun karşısına. Televizyona bakıyorum, meğer televizyon değil, bilgisayar ekranı imiş. Ekranda ise sadece çalmakta olan şarkı listesi var. Buna karşın hepsinin koltuğu, sandalyesi oraya dönük. Üç beş kelime İspanyolcamız ve onlardan birinin 5-6 kelime İngilizcesiyle anlaşmaya çalışırken, birden ikram edilen Küba Libreler havada uçuşuyor, dayanılmaz sıcağa bir de boğazımızı yakan rom katkıda bulunuyor. Derken dans başlıyor kaçınılmaz olarak. Evlerini ve aileyi (aileleri mi demeli) biraz daha tanıyoruz. Evin gencinin e-posta adresini alıyoruz, resimleri göndermek için…

6. gün:

Sabah her zamanki gibi 8:30 hareket. Şehir içi her yer iki katli bina olmasına karşın Cienfuegos çıkışı son derece yeşillik. Yol boyu palmiyelerle karışık Küba yeşilliklerini izleyerek Varadero’ya varıyoruz. Yemek öncesi kendimizi Karayiplerin yeşil sularına bırakıyoruz. Cennette miyiz neyiz? Yemek sonrası Didem bir katamaran kiralama organizasyonu yapıyor. Gruptan 14 kişi de bize katılıyor. Tropik balıkları izliyoruz şnorkellerle. Su altı fotoğrafımızı çektiler ama alacak zamanımız olmayacak gibi. Ahh bu güzel denize, kumsala doyum olmuyor burada keşke biraz daha kalabilseydik.

7. Gün: 
Havana’da boş zaman, hüzün artarken ilk öğlen yemek yediğimiz lokantada son öğle yemeğimizi de yiyoruz, geçen sefer avluya çıkamamıştık, içimizde kalmıştı. Tavuskuşları bizim kediler gibi masadan besleniyor.

Ve kimi zaman uzun, sıcak beklemelerle dolu uzun dönüş yolculuğu. Kalbimiz ve aklımız Küba’da kalarak dönüyoruz... Artık biliyoruz: Başka türlü bir şey de mümkün. :)

Önemli Not: Birbirinden güzel resimlerini araklamama izin veren dostlara sonsuz teşekkürler. Küba gezginlerine de paylaşmak yakışır tabii.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder